Halil Bedi Yönetken
MAKALELER

ANKARA’DA CÜMBÜŞ

(yazan Halil Bedi Yönetken)

1937 yılından beri, her yıl Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yaptırılan halk türküleri derlemelerine bu yıl (1945) Ankara, Çankırı, Kırşehir ve Yozgat’ta devam edilmiş, 400 küsur halk ezgisi ve oyun havası plağa kaydolunmuştur. Biz her yıl olduğu gibi, bu yıl da bu derlemelerle ilgili gerekli bazı notlar aldık ki, Ülke’nin bu sayısından itibaren fırsat buldukça onların bir kısmını neşredeceğiz. İlk yazımızı “Ankara’da Cümbüş” konusuna tahsis ediyoruz.

Ankara müzik ve oyun folklorundan bahsederken “Ankara’da Cümbüş” konusunu seçmemizin sebebi, yakın tarihimizde hakikî Ankara müziğinin ve oyununun başlıca Ankara cümbüşünde yaşamış olmasıdır. Ankara’da cümbüş bu bakımdan enteresan bir konudur. Şüphe yok, eski her müessese gibi, cümbüş de artık tarihe karışmıştır. Türkiye başkentinde bugün artık öz bir Ankara müzik ve raks kültürü canlı ve umumî bir şekilde yaşamamaktadır, fakat mesut bir tesadüfle bu müzik ve raks kültürünün birkaç yerli Ankaralıda hâlâ yaşamakta olduğunu görmekteyiz.
Ankara müziği denilince bugün Ankara’da herkesin, herkesten önce hatırına gelenler Yağcıoğlu Fehmi Efe ile Genç Osman (Osman Genç Türk) tür. Yağcıoğlu Fehmi Efe, sazı çoktan bırakmış, fakat Genç Osman ona devam etmiş ve onu ilerletmiştir. Bunun için, Osman Genç Türk, sazıyla bütün Ankara çevresinde, her tarafta tanınır. Hâlen Ankara ve dolaylarının en ileri bağlama çalanı Genç Osmandır dersek mübalâğa etmiş olmayız. Bizim bu yazımıza sermaye olan malûmatı da o vermiştir.

Cümbüş, usullü, disiplinli bir muhabbet, edep ve terbiye dairesinde yapılan bir eğlence, içkili, kadınlı, bir müzik ve raks âlemidir. Bu âlemde, küçük büyüğe saygı gösterir, büyük küçüğe riayet eder ve cümbüş, karşılıklı bir sevgi ve güven içinde devam eder. Büyüklerin idaresi altında içilir, saz çalınır, kadın oynatılır, efeler bizzat oynarlar, eğlenirler. Böyle bir toplantı ve âlem için herşeyden önce bu işe müsait bir yer lâzımdır. Her yerde cümbüş yapılamaz, cümbüşe uygun, kenar köşe, çıkmaz sokak, dışarıya ses sızdırmayacak kalın duyarlı evler gerektir. Ankara delikanlıları vaktiyle semt itibariyle ikiye ayrılmışlardı: Aşağı yüz, Yukarı yüz efeleri. Yukarı yüz efe ve delikanlıları, ekseriya Hisar’da, kale içinde, çıkmaz, dip sokaklardaki ahbap evlerinde toplanır, cümbüş yaparlardı.

Bu evlerin duvarları 3- 4 metre kalınlıığında olurdu, ne zil, ne saz ve ne türküyü dışarı sızdırmazdı. Hisar’da, Öksüzce mahallesinde, çıkmaz sokakta Kasım Efendi’nin evi çok münasip bir cümbüş evi idi.

Cümbüş, gizli yapılırdı. Sebebi, devriye basar veyahut sofular, mutaassıplar (ahlâk bozuluyor, buna mâni olmak lâzımdır) diyerek saz çalmaya, kız oynatmaya müsaade etmezler, ona mâni olmaya çalışırlardı.

Cümbüşe, her önüne gelen de alınmazdı. Cümbüşe katılacak gençlerin, ağızları pek olmak lâzımdı, aksi takdirde bu, tâ camideki hocanın kulağına kadar gider, o da vaız esnasında, isim vermeden atar tutardı. Cümbüşü tertipleyen 20- 30 delikanlı, aralarına kart, sakallı delikanlılardan da alırlardı. Cuma ve Bayram Namazlarında, namazdan önce vaiz: “sakal bırakacaklar ayağa kalksın” der, bir kaç kişi ayağa kalkar, sakal duası olur, onlar artık, o andan itibaren sakallarına ustura vurdurmazlardı, gizli içerlerdi. Cümbüşte içkiye tövbeliler de bulunur, fakat onlar içmez, yalnız oturur, seyrederlerdi. Cümbüş, bu sakallı, kart delikanlıların idaresinde yapılır, genç efeler yaşlılara hizmet ederlerdi. Kartlardan usul, edep öğrenirler, saz ve söz hep onların izniyle olurdu.

Cümbüşte, başköşeye en yaşlı efe otururdu, diğerleri yaş ve başlarına göre yer alır, otururlardı. Cümbüş odasında, her yaşın kendine göre yeri ve oturmanın bir âdâbı vardı. Geniş cümbüş odasında sedir ve yer minderleri bulunur, sedire büyükler, bağdaş kurarak veya bir dizlerini bükerek otururlardı, ayakları sedirden aşağı sarkıtmak, ayak ayak üstüne atmak çok ayıptı. Yer minderlerine orta yaşlılar otururdu, gençler, mutlaka diz çökerek oturmak mecburiyetinde idiler. Büyükler müsaade etmedikçe dizlerini kaldırmaz veya bağdaş kurmazlardı, aksi takdirde göreneksiz, terbiyesiz addedilirlerdi. Böyle bir gence, ertesi gün yolda rastlayan bir yaşlı, onu bir kahve veya dükkâna çeker, cümbüşte büyüklerin yanında nasıl oturulacağını anlatır ve tenbihatta bulunurdu. O zamanlarda, sokakta ve kahvede de bir edep ve erkân vardı; sakallılarla gençlerin kahveleri ayrı idi, bir genç, lüzumu takdirinde büyüklerin kahvelerine terbiye ile girer, fakat bir büyük, gençlerin kahvesine hotbehot giremezdi, görüşmek istediğini garsonla dışarı çağırtır, öyle görüşürdü. Sokakta eller arkaya bağlı veya ceket yahut palto omuzlar üzerinde dolaşılmazdı, böyle yapanın yüzüne tükürüldüğü olmuştur.

Cümbüşe yeni, temiz elbiselerle gelinir, her içeri giren sağ elini göğsüne götürerek odadakilere selam verir, ellerini bağlıyarak beklerdi; büyükler gelene yer gösterir, o da daima kendinden yaşlısının altında yer alır, otururdu. Cümbüşe, efelere ait kadınlardan bir veya iki tanesi getirilir, onlar cümbüş odasında, kapıdan girince hemen sağda iskemleler üzerinde otururlardı. Mensup oldukları efeler tarafından idare ve maişetleri temin edilen bu kadınlara «Lan» denilirdi. (Ulan’dan) sert ve hor bir muamele görürlerdi. Cıvımalarına katiyen müsaade olunmazdı, eğer nâhoş bir harekette bulunurlarsa, ait oldukları efe tarafından usulca dışarı çağırılırlar, tokatlanırlardı. Çok uslu ve terbiyeli olmak mecburiyetinde idiler. Cümbüşe, mutlaka yıkanmış olarak gelirlerdi. Vazifeleri cümbüşte hizmet etmek, ayınga tütününden sigara sarmak, oyun zamanı gelince oynamaktı. Biri, mütemadiyen sigara sarar, öbürü sigara yakardı. Efelerin, sigaralarını birbirlerinden yakmaları, bir kibritle iki sigara yakılması yasaktı. Kadınlardan sonra, sıra ile sâkinin iskemlesi gelirdi. Sâkinin önünde koca bir sini durur, sini üzerinde cümbüş odasında ne kadar efe varsa o kadar kahve fincanı bulunurdu.

Rakı, bir kara binlikten fincanlara konur ve sunulurdu. İçkiyi sâki idare ederdi.

O, herkesin derecesini bilir, içkiyi ona göre ayarlardı; kimsenin cıvımasına, cümbüşün tadını kaçırmasına müsaade edilmezdi. Biraz sarhoş olmaya başlayan kimseye (metelik kalınlığı) tâbir edilen miktarda, gayet az içki verilirdi. Cümbüşte, gençlerden biri bir hata işlese, büyükler, onu kaş göz işaretiyle düzeltirler, genci kırmazlar, cümbüşü bozmazlardı. İçki mezeleri, turp, leblebi, et kavurması; kışın turşu gibi şeyler olurdu. Cümbüşe yatsı namazından sonra başlanırdı. Yatsı namazına kadar büyükler konuşur, gençlere terbiye edici, ibret verici şeyler söylerler, büyük efelerin menkıbelerini anlatırlar, güzel sohbetlerde bulunurlardı.

Yatsı namazından çıkıldı mı cümbüş başlardı. Önce saz çalınırdı. Bundan 25- 30 yıl önce, Ankara’da Türk genci, bağlamadan başka saz çalmazdı. Ut, kanun gibi çalgıları, Hıristiyanlar çalardı; zengin eşraf düğünlerinde, Hıristiyan çalgıcılara perde arkasında ut, kanun çaldırırlardı. O zamanlar Türklerden, Müslümanlardan rakı satan, meyhanecilik, çalgıcılık eden de bulunmazdı. Cümbüşte, saz başlayınca en önce, oturarak dinlenilen havalar çalınırdı, divanlar, koşmalar, Kerem’den söylenir, sonra kırıklara, oyun havalarına geçilir, kalenderîler çalınır oyuna kalkılırdı. Sabâhî, Misket, Mor koyun, Nağme gelin, Hüdayda, Ankara koşması, Şeker Fındık, Yandım Şeker, Zeybek havaları çalınır, söylenirdi. İlk önce bir veya iki delikanlı oynar, sonra kadınlar oyuna kalkardı. Bu kadınlar, ekseriyetle kırma-pile-uzun, beyaz entariler, üzerine sırmalı camadanlar giyerler, bellerine şal kuşatırlar, şalın uçlarını göbek üstüne düğmelerlerdi. Oyun esnasında döndükleri zaman kırmalar açılır, ortada adeta çadırlar kurulmuş gibi olurdu. Saçlar bir tek saç halinde topuklara kadar uzamış bir halde örülür, başlar yemeni ile kaldırılırdı.

Büyüklerden biri, nezaketen: “gelinler kalksın, oynasınlar” diye emir verir, bir büyük, kadınların yemenilerini başlarından alır, kadınlar gayet terbiyeli, zarif bir edâ ile sanat duygusu ve endişesi ile ve zevkle oynamaya başlarlardı. Kadınlar oynarken, onlara göbekten yukarı bakmak memnuydu. Bakanlar, sululuk edenler, bir daha cümbüşe alınmazlardı. Büyük şahıs, “Otur” deyinceye kadar oyuna devam ederlerdi. Cümbüşe, daima iyi saz çalan, iyi oynayan delikanlı, iyi zil döğen, iyi oynayan kadın tercihen çağırılırdı. Cümbüş âleminin en önemli unsuru baş ve orta parmaklara takılarak çalınan zillerdi. Bu ziller, gümüş mecidiye ile pirinç karıştırılarak dökülürdü. Cümbüşte zil döğecek olan kadının genç, güzel olmasından ziyade sanatkâr olmasına, bilhassa iyi zil döğmesine, zilleri parmaklarında iyi ayarlamasına, çalınan müziğe en uygun bir şekilde zil döğmesine dikkat olunurdu. Kadın da cümbüşte iyi saz çalanı arardı.