MAKALELER

BATILI GÖZÜYLE OSMANLILARDA MUSIKİ

(yazan Dr. Bülent Aksoy)

Yüzyıllar boyunca Türklerin tarihini, devlet, toplum, hukuk, askerlik düzenlerini, kültürlerini, geleneklerini bir araştırma konusu haline getiren Avrupalılar, Türklerin musıkisini de araştırmaktan geri kalmamışlardır. Avrupalıların sadece musıki konusunda yazdıkları bile bir araştırmacının ömrüne sığmayacak kadar geniş bir edebiyat oluşturur.

Avrupa kaynakları Osmanlı musıkisi araştırmacılarının bu musıkinin henüz yeterince aydınlatamadıkları evrelerine ışık tutması bakımından da incelenmeye değer kaynaklardır şüphesiz. Avrupa kaynaklarındaki bu geniş malzemenin anlamlı yönlerini ayıklayıp yorumlamak Osmanlı-Türk musıkisi tarihi için önemli katkılar sağlayacaktır. Söz konusu kaynaklar Avrupalıların Osmanlı musıkisini yüzyılların akışı içinde nasıl alımladıklarını da gözler önüne serer.

Avrupa kaynakları şu üç kümeye ayrılabilir: musıki dışındaki alanlarda çalışan tarihçiler ile şarkıyatçıların; musıki tarihçileri ile müzikologların; bir de gezginler ile değişik amaçlı gözlemcilerin yazdıkları kitaplar. Bunlar arasında seyahatnameler canlı gözlem ve yaşantı ürünü olduğu için özel bir ilgiyi hak eder. Geçmiş yüzyılların musıki tarihçileri ile müzikologları sadece yazılı malzeme üzerinde çalışmış, çoğu herhangi bir Türk musıkisi ezgisi bile dinlememiştir. Oysa seyahatname, günlük, mektup, anı türlerindeki Avrupa kaynakları geçmiş yüzyıllarda Türk musıkisinin nasıl bir musıki olduğu konusunda değerli gözlemler ve anlamlı ipuçları sunar.

Avrupalılar başlangıçta Türklerin sadece askerî musıkisine ilgi duydular. Türklerin musıkisiyle ilk temaslar daha Haçli Seferleri sırasında başlamış, ama bunlar kalıcı bir iz bırakmamıştı. Ondördüncü ve onbeşinci yüzyıl batı kaynaklarında musıki konusunda bulabileceğimiz şeyler yok denecek kadar azdır. Aslında, o dönemin Avrupa’sında islam dininin musıkiyi yasakladığı, Türklerin askerî musıki dışındaki musıki türlerine sırt çevirdikleri yolunda yaygın bir önyargı vardı.

Fransız gezgin Bertrandon de la Brocqière’in (öl. 1459) seyahatnamesi onbeşinci yüzyıla ait belki de tek anlamlı katkı olarak anılabilir. Bertrandon, Sultan II. Murad’ın Edirne’deki sarayında saz şairlerinden kahramanlık destanları (Chanson de Gestes) ile, “neşeli”, “canlı”, “kıvrak” halk ezgileri dinlemişti.

Osmanlılar hakkında daha kapsamlı eserler onaltıncı yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu dönemin gözlemleri de daha çok mehter musıkisiyle ilgilidir. Osmanlı devletinin onaltıncı yüzyılda askerî gücünün doruğunda olması ve Türklerin bütün Avrupa’da bir siyasî tehdit unsuru olarak görülmesi dolayısıyla, mehtere yönelik ilgiyi doğal karşılamak gerekir. Aynı mehterin, batı Avrupa ülkelerinin askerî musıkisini de etkilediği bir gerçektir. O zamana kadar askerî musıki ihtiyacını pek duymayan kimi Avrupa ülkeleri, mehterin etkisiyle askerî musikiye önem vermeye başlamışlar, İngiliz, Fransız, Alman askerî birlikleri mehtere benzeyen askerî bandolar kurmuşlardır.

Bununla birlikte, kimi onaltıncı yüzyıl kaynaklarında halk musıkisi ile şehir eğlence musıkisine de değinilmiş, bu arada çeşitli Türk musıkisi sazlarının resimleri verilmiştir.

Örneğin, 1547-1554 yılları arasında Istanbul’da bulunan Fransız gözlemci Pierre Belon du Mans dinlediği musıkiyle ilgili izlenimlerini uzun uzadıya anlatmış, Türklerin mızraplı telli sazları çalmakta Fransızlar ile İtalyanlardan daha usta olduklarını yazmıştır. Ancak, bu yüzyılın Belon dışındaki gözlemcileri, dinledikleri musıkiden olumlu bir izlenim edinmemişlerdir. Hemen hemen hepsi mehter icrasının “çok gürültülü” olduğundan yakınmış, mehter dışındaki ezgilerin de “kulağı tırmaladığı”nı yazmıştır. Bu olumsuz izlenimler iki musıki kültürü arasındaki köklü farklılıklara bağlanabilir; ancak, söz konusu izlenimlerin çok kere sokaklarda dinlenen musıkiden kaynaklandığı de bir gerçektir.

Onyedinci yüzyılda Türk musıkisine yönelik ilginin arttığını görüyoruz. Bu dönemin gözlemcileri Türklerin musıkisine daha nesnel bir tutumla bakmışlar, hattâ kimileri Osmanlı ülkesinde dinlediği musıkiden hoşlanmışlardır. Söz gelimi, İtalyan coğrafyacı Luigi F. Marsigli ile Fransız şarkiyatçı Antoine Galland, bir önceki yüzyılda “çok gürültülü” olduğu kaydedilen mehteri beğenmiş, övmüşlerdir. Bu yüzyılın gözlemcileri arasında mevlevî musıkisi ile dindışı musıki dinleyenler de vardır. Zaten bu yüzyılın en belirgin yanı, gözlemcilerin Türklerin musıkisini mehterle sınırlandırmamalarıdır. Dinlediği bir mevlevî ayininin kısa bir bölümünü notaya alan Fransız Sieur du Loir ile, gene Istanbul’da saray çevresinde dinlediği üç eserin notasını veren Venedik baylosu Giovanni Battista Donado, Türk musıkisine duydukları ilgiyi belgelerle günümüze kadar ulaştırmışlardır.

Onyedinci yüzyılda Osmanlı musıkisi hakkında yazılmış belki de en ilginç görüşleri Fransız yazar Charles Perrault’nun Paralleles de Anciens et Modernes adlı kitabında buluyoruz. Bu çarpıcı eserde üç musıkisever, Türk musıkisinin çeşitli yönlerini tartışırlar; hem de kişisel zevkleri açısından değil, düpedüz nesnel, hattâ akademik denebilecek bir tavırla. Bu üç musıkiseverin üzerinde durdukları noktalar şöyle özetlenebilir: Türk kulağı batı dizisinden farklı olan doğal diziye (gam) alışkındır; Türkler doğal diziye alıştıkları için onların kulakları daha hassas, musıkicileri de daha yeteneklidir; Türkler uyuşumlu (consonant) seslerden habersizdirler, bu yüzden sadece ezgi musıkisine önem vermişler, armoniyi bir kenara itmişlerdir; Türklerin musıkisi Avrupa musıkisiyle karşılaştırılabilecek bir musıki değilse de Türk makamları, ezgileri ile sazlarının çeşitliliği, Avrupa musıkisine zenginlik getirebilir.

Onsekizinci yüzyıl Avrupalıların Osmanlı musıkisine en ciddi biçimde eğildikleri bir dönemdir. Bu yüzyıl klasik Osmanlı musıkisinin gelişip olgunlaştığı bir dönem olarak kendini gösterir. Aynı dönemde Avrupa sanat musıkisi de önemli bir dönüşüm geçirmektedir. Haydn, Mozart gibi bestecilerin yaşadığı, Beethoven’ın eser vermeye başladığı; sonat formunun musıkiye girdiği, üflemeli sazların kullanım alanının genişlediği bir dönemdir bu. Vurmalı sazlar da gene aynı dönemde büyük önem kazanmış; söz gelimi, daha önce pek seyrekçe kullanılan zil, orkestranın değişmez üyesi olmuştur. Eski musıki, söz gelişi barok musıki gibi “yumuşak” olmayan, daha güçlü, taşkın duyguları dile getirmeye elverişli, dolayısıyla daha sert, ses tonu daha yüksek bir musiki ortaya çıkmaktadır. Mehter musıkisini gürültülü ve kulak tırmalayıcı bulan batılı gözlemcilerin bu yüzyılda aynı mehter musıkisinden rahatsız olmamaları, hattâ kimilerinin mehteri övgüye boğmaları çok ilgi çekicidir.

Türk musıkisi konusundaki tutum değişikliği batı musıkisindeki dönüşümlerin bir uzantısı olarak görülebilir. Ama onsekizinci yüzyılda bütün Avrupa’yı saran bir “Türk modası” da vardı. Bu modanın esintileriyle, Prusya, Rusya, Lehistan gibi ülkeler aslına uygun mehter takımları bile kurmuşlardı. Batı musıkisinde gerçekleşen yapısal değişikliklerin dışında, Avrupalıların Türk musıkisinde görmek istedikleri bir özellik de bu yüzyılda açığa çıkmıştı. Avrupa kültürünün genişleyen ufku, özellikle eski Yunan kültürüne duyulan merak, bu dönemde Osmanlı ükesine uğrayan gözlemcileri de etkiliyordu. Onsekizinci yüzyıl gözlemcilerinin pek çoğunun inancına göre, o efsanevî Yunan musıkisinin izleri, kalıntıları Osmanlı musıkisinde hâlâ yaşıyordu. Nitekim, kimi gözlemciler eski Yunanların sazları, musıki gelenekleri ve zevki ile Türklerinki arasında benzerlikler kurmuş, kimileri de Türk musıkisinde antik çağın musıki izlerini aramıştı. Örneğin. Istanbul ve İzmir’de yıllarca yaşayan Fransız Pierre Augustin de Guys köçek raksı ile köçekçe havalarının Baküs ayinlerinden kalma olduğunu yazabiliyordu. Avrupa’nın “eski Yunan” kalıntılarını “yeni Yunan”da arama çabası üzerine mükemmel bir kitap yazmış olan Terence Spencer’in (Fair Greece Sad Relic, 1954) gösterdiği gibi, “tarihî Yunanistan”ı ziyaret eden sanatçı, yazar ve gezginler bu ülkede bilim ve sanat adına hiçbir şey bulamadıkları gibi, “Eskiler”in soyundan geldiklerine inanmak istedikleri Rumların kişiliğinde, antik çağın fikir ve ahlak niteliklerini de görememişlerdi. Sayısız Avrupalı yazara ve gözlemciye göre, antik çağın bilimi, sanatı, ahlakı Türklerin boyunduruğu altında yok olmuştu. Gelgelelim, halkın mizacı, alışkanlıkları, eğlenme biçimi, hele musıkisi pek değişmemişti. Öyle görünüyor ki, onsekizinci yüzyıl Avrupa’sının eski Yunan ile “yeni Yunan” arasındaki tarihî süreklilik bağını sanat seviyesinde kurmayı deneyebildiği tek alan musıkidir. Şüphesiz, bu denemenin ne ölçüde gerçekçi olduğunu araştırmak, buradaki bakış açımızın dışında kalır. Ama ilginç olan, bu yüzyılda böyle bir alımlama biçiminin öne çıkmasıdır.

Onsekizinci yüzyıl sonlarına kadarki Avrupa kaynaklarında bulabildiğimiz malzeme büyük ölçüde gözlem ürünüdür. Canlı gözlem ve yaşantı, ondokuzuncu yüzyılda büyük ölçüde kaybolur. Ondokuzuncu yüzyıl, şarkiyatçılığın yeni bir araştırma dalı olarak kendini kabul ettirdiği yeni bir dönemdir. Bu yüzyıla özgü şarkiyatçılığın, birkaç istisna dışında, yalnızca yazılı kaynakları dikkate alan bir çalışma yöntemine dayandığını biliyoruz. Ondokuzuncu yüzyılın araştırmacıları islam dünyası musıkisinin yazılı kaynaklarını Avrupa kütüphanelerinde bulabiliyorlardı. Eski şarkiyatçılar doğu musıkisi kuramı hakkındaki bu kitaplar Arapça yahut Farsça olarak yazıldığı, Türk musıkisi terimleri de gene aynı dillere dayandığı için, Osmanlı-Türk musıkisini İran yahut Arap musıkisinin bir parçası olarak görmekte tereddüt etmediler. Nitekim, ömürleri boyunca bir Türk ezgisi dinlememiş olan Fétis ve Kiesewetter gibi iki tanınmış musıki tarihçisi Türk musıkısini okurlarına çok yanlış bir biçimde tanıtmıştır. Onlar gibi bütünüyle kitabî bilgilerle donanmış müzikologların görüşleri, Türk müzikologları Rauf Yekta Bey ile Hüseyin Sadettin Arel’in incelemelerinde sert bir dille eleştirilmiştir.

Günümüzde Osmanlı musıkisi bilim seviyesinde araştırma konusu olmuştur. Bugün Britanya’da, Almanya’da, ABD ve öteki batı ülkelerinde Osmanlı musıkisine ciddiyetle eğilen araştırmacılar vardır. Ancak, bu araştırmalar, yirminci yüzyılın ikinci yarısının bir ürünüdür. Bu gecikmenin nedenlerinden biri, ondokuzuncu yüzyılın klasik şarkiyatçı bakış açısıdır. Bu şarkiyatçı bakış, batı uygarlığına yönelirken Osmanlı musıkisini ulusal kültürün bir parçası olarak görmeyen, 1920’li, 1930’lu yılların sınırlı bir batılılaşma programı çizen radikal cumhuriyetçi anlayışını da etkilemiştir. Onyedinci ve onsekizinci yüzyılların gözlemci ürünleri, ondokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında hatırlanabilseydi, Osmanlı musıkisi büyük ihtimalle hem Türkiye’de, hem de dünyada çok daha önce bilimsel araştırma konusu olacaktı.

KAYNAKLAR

Belon du Mans, Pierre, L’Observations du Plusieurs Singularitez, Paris, 1533.
Brocquière, Bertrandon de la. Le Voyage d’Outremer, yay. haz.. Charles Schefer,Paris, 1892.
Donado, Giovanni Battista, Della Letterature de’ Turchi, Venedik, 1688.
Loir, Sieur du, Les Voyages du Sieur du Loir, Paris, Cloizer, 1654.
Farmer, H. George, “Oriental Influences on Occidental Music”, Islamic Culture 15, 1941.
“Turkish Influences in Military Music”, Journal of the Society for Army Historical Research, 1946.
Fétis, François Joseph, Histoire Générale de la Musique, c. II, Paris, 1869.
Galland, Antoine, Journal, yay. haz. Charles Schefer, Paris, 1881.
Guys, Pierre Augustin de, Voyage Littéraire de la Grece, c. I, XIII. Mektup, Paris, 1771.
Kiesewetter, Raphael Georg, Die Musik der Araber, Leipzig, 1842.
Marsigli, Luigi Ferdinando Cont di, Stato Militare dell’ Imperio Ottomanno, Amsterdam, 1732.
Rauf Yekta, “La Musique turque” , Encylopédie de la musique (Albert Lavignac), 1, Paris, 2945-3064.
Spencer, Terence, Fair Greece Sad Relic, Weidenfald and Nicholson, Londra, 1954.