Nida Tüfekçi
SÖYLEŞİLER

NİDA TÜFEKÇİ İLE SÖYLEŞİ

(yazan Melih Duygulu,10-12-1991)

İstanbul / Teşvikiye (Bu yazı yaklaşık 3,5 saat süren bir röportajdan kısaltılarak siteye alınmıştır.)

Hocam bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Nüfus kağıdında her ne kadar 1929 yazıyorsa da 1926 yılında doğduğumu biliyorum. Yozgat’ın Akdağmadeni kazasında dünyaya geldim. İlk mektebi ve orta mektebi Akdağmadeni’nde tamamladım. Eğitimimin bir kısmını da Boğazlayan’da sürdürdüm. Lise için Ankara’ya gittim. Maliye Okulu’nu bitirdim. Daha burada talebe iken Yurttan Sesler’in hocası Muzaffer Bey’le [Sarısözen] bir vesile ile tanıştırıldım. O sıralar gidip gelmeye başladım hocanın yanına.

Ankara Radyosu yıllarını anlatır mısınız bizlere? Öncelikle mesleğe başlangıcınızı merak ediyoruz ?
Ben musikişinas bir ailenin evladıyım. Babam bağlama ve ud çalardı, annem fevkalade türkü söylerdi. Yakın çevremizde bu işi layıkıyla yapan insanlar vardı. Ben bir ara uda heveslendim. Ama bağlama sevdası ağır bastı. Saz çalmaya başladığımda boyum sazdan 1,5 karış daha aşağıdaydı. Ankara’ya gelince Muzaffer Sarısözen’in yanına gitmek nasip oldu. O sıralar kimsenin bilmediği Sürmeli tavrını çalıyorum. Görenler bu nedir diye heyecanlanıyorlar. Sazıma hakimim... Beni Muzaffer Bey’e götürdüler. Çal bakalım bize bir türkü dedi. Bunu [Yozgat Sürmelisi] çalınca, “aferin, sen bu sahada muvaffak olacaksın” dedi bana. Tabii ben zevkten uçuyorum. Yurttan Sesler’in bazı saatlerine çağırdı beni, gittim. Yine Gördüm Elif de Kızın Yüzünü adlı bir türkü var, çocukluğumdan beri söylerim, bunu söyledim. Ne nota biliyorum ne bir şey. O sıralar bir imtihan yapılacaktı, ben her şeyi bir tarafa bıraktım imtihana çalışıyorum. 1953 yılından itibaren Yurttan Sesler’in daimi kadrosunda göreve başladım.

O dönemde Radyodaki halk müziği çalışmaları nasıldı?

Düzenli halk musikisi çalışmaları radyoda Muzaffer Sarısözen’le başlar. Mamafi ondan önce de bazı çalışmalar var idiyse de hiç biri Yurttan Sesler’in fonksiyonunu üstlenememişlerdir. Mesud Cemil [Tel] Ankara Radyosu’nda bir topluluk kurma görevini Muzaffer Sarısözen’e vermiştir. 1940-41 yıllarında Yurttan Sesler faaliyete geçer. Hem eğitmen hem derleyici hem de koro şefi olarak hizmet vermiştir. Bunu şunun için söylüyorum halk musikisi o günkü durumunu da bu günkü durumunu da Muzaffer Sarısözen’e borçludur. Muzaffer Bey’den önce klasik musiki kadrosu bazı türküleri de seslendiriyordu. Karma bir topluluk vardı yani. Yurttan seslerle bu ihtisas sahası birbirinden ayrıldı.

Radyo yıllarında siz ne gibi çalışmalar yaptınız?

Daimi kadroya geçince diğer arkadaşların yanında ezilmemek için hummalı bir çalışmanın içine girdim. Musiki zordur ancak halk musiki daha zordur. Bu musikiyi öğrenmek için azami gayret sarf etmek lazımdır. Nota öğrenmem lazımdı.. Herkesin bir repertuar defteri vardı o zamanlar. Her kes hocanın tahtaya yazdığı notayı defterine geçirirdi. Ben o defterdeki türküleri, oyun havalarını defalarca yazdım, notayı öğrenmek için. Muzaffer Bey derlediği bir türküyü notaya almıştır ve Yurttan Seslere icra ettirmek için getirir tahtaya yazar. Ve biz onu geçeriz. Ben daha önce yazılmış türküleri bir taraftan yazıyorum, diğerlerine yetişmek için diğer taraftan yeni türküler geliyor. Zor bir eğitim dönemiydi.

Türk Halk Müziğinin o yıllardaki durumu ile bugünkü konumunu karşılaştırdığınızda nasıl bir fark görüyorsunuz?

Musikide ve bilhassa halk musikisinde öncelikli mesele tavır meselesidir. Siz işin çalgıcılık yönünü ilerletmiş olabilirsiniz. Yani sazınızda bir takım virtüözlük hareketleri yapabilirsiniz. Ama icra ettiğiniz musikinin inceliklerine layıkıyla eğilemezseniz bu olmaz. Yani şunu söylemeğe çalışıyorum, bir ihtisas halk musikisidir. Bazı aşıkların köylülerin çalıp söyledikleri basit melodiler falan değildir. Bu, yalnızca musiki de değildir. Halkın aynasıdır. Onda Türk halkının bütün vasıflarını bulabilirsiniz. Bu musiki ibadet musikisidir. Yani kutsal bir yönü de vardır. Bizde piyasanın kölesi olmuş, şöhret peşinde koşanlar bu musikiden menfaat sağlamak için bunu kullanıyorlar. Bakın halk musikisi o kadar derin bir musikidir ki, onun tüm özelliklerini öğrenmek için ömür yetmez. Sizi alır götürü başka taraflara sürükler. Bir bakarsınız kendinizi zirvede bulmuşunuz. Aynı şekilde yerin dibine de geçirir adamı. Bu iş oyuncak değildir.

Peki bugünkü durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz konservatuarı kurarken bu musikinin ilmi bir anlayışla ele alınması gayesinin yanında yüksek bir icra seviyesini de hedeflemiştik. İlk yıllarda muaaffak olduğumuzu da zannediyorum. Bugün piyasanın konservatuarı ele geçirdiğini görüyorum. Halbuki piyasayı konservatuar ele geçirmeliydi. Plakçıların esiri olmuş bir nesli ve yozlaşmış icrayı gördükçe iyiye gitmediğimizi iyice anlıyorum. Bir kuşak düşünün davasının ülküsünün dışına çıkıyor. Yozlaştırılıyor. Çok sesli falan gibi meselelerin peşinde koşuyor. Esası unutuyor. Üstelik yaptığını da doğru zannediyor. Şimdi bugünkü durumda at izi ile it izi birbirine karışmıştır.

Hocam sizin meslek yaşamınızla ilgili biraz daha konuşmak isteriz. Radyo ile başlayan bu serüven daha sonra nerelere kadar uzandı. Bize meslek yaşamınızla ilgili kronolojik bir tablo çizer misiniz?

Radyoya başladığım yıllarda Ankara’da Halk Evi’ne de gittim bir süre.Orada Ferruh Bey’le [Arsunar] beraber çalıştık. 1959 yılında Hoca hanımla birlikte [Neriman Tüfekçi] İstanbul’a naklen atandık. Ben 1964-65’te Şube müdürü olarak çalıştım. TRT Müzik Dairesinde Türk Halk Müziği Şubesi kurulduğunda ki bu ayrı birimin kurulmasında çok gayretlerimiz oldu, ilk şube müdürü olarak görev yaptım.1974’te Müzik Dairesi Başkanlığı yaptım. TRT bünyesinde ki halk müziği programlarında sanatçı ve topluluk şefliği yaptım. Bazı programlar hazırladım.

Bir de Konservatuar kurucuları arasında sizin isminizi görüyoruz...

Biz bir İstanbul bir Ankara derken ben TRT Müzik daiaresi başkanblığı yapıyorum o sıralar. Konservatuarın kuruluşu için çalışmalar sürdürüyorlarmış Ercüment Bey [Berker], Cüneyt Bey [Orhon]... Neriman’la biz de katıldık bu ekibe. Ankara’dan hafta sonları toplantı için geliyoruz. Tekrar Ankara’ya dönüyoruz tabii. Orada görev devam ediyor. Konservatuarı kurduktan kısa bir süre sonra TRT’deki görevlerimizden emekliye ayrıldık. İstanbul’a taşındık. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın yönetim kurulu üyeliği, başkan yardımcılığı, Çalgı Eğitim ve Temel Bilimler Bölüm Başkanlığı gibi idari vazifelerinde bulundum.

Sizin Konservatuarın dışında yetiştirdiğiniz halk müziğine hizmet eden öğrencileriniz de var. Bu çalışmalarınızdan ve yetiştirdiğiniz isimlerden de bahseder miziniz?

Biz Neriman Hocayla el ele verip Muzaffer Sarısözen’den aldığımız mirası buraya getirmeseydik, halk musikisi bugünkü durumunda olur muydu bilmiyorum.. Biz radyoyla yetinmedik o zamanlar. İstanbul’da olduğumuz yıllar Aksaray Musiki Cemiyeti’nde de hocalık yaptık. 150-200 civarında öğrencimiz vardı. Bunların arasından öyle yetenekli pırıl pırıl çocuklar çıktı. Arif Sağ oradan talebemdir benim. Arif sazıyla yatardı. O sazıyla bütünleşmiştir adeta. Çok çalışmıştır. Sonradan piyasaya falan girdiyse de konusuna vakıftır.

Sonra Soner Özbilen, Ümit Tokcan, Mine Yalçın daha pek çok isim. Bunlar halk musikisinde hizmet etmiş sanatçı kişilikli talebelerdi. Musiki Kültür Derneği’nden talebemiz Can Etili mesela. Yani radyonun dışında da konservatuarın dışında da randıman alınabilir. Siz davanızın peşinde emin adımlarla ve inançla giderseniz randıman alırsınız. Yoksa düz yolda taşa takılıp kafanızı kırarsınız.

Sohbetimizin sonunda halk müziğine ilişkin bir değerlendirme yapar mısınız?

Her milletin kendine mahsus bir dili, bir musiki dili vardır. Türk halk musikisi Türk milletinin milli musiki dillerinden birisidir. Bağlama bu milletin kutsal sazıdır. Şimdi ben bütün milletlere ve bütün musikilere hürmetkar bir insanım. Bunların hepsi insan içindir. Ancak başka bir musikinin dilini buraya getirip buradaki musikiye soktığunuzda bu olmuyor. Niçin hâlâ okullarda mandolin öğretiyoruz? Niçin halk musikisini piyanoyla icra ediyorsunuz? Türk Musikisi ses sistemi içinde batı musikisinin sesleri de var. Ancak Türk musikisinin sesleri Batı musikisinde yok. Başka sesler var burada. Biz musikinin içine piyanoyu, mandolini, blok flütü soktuğumuzda, Türk diline Fransız grameri uygulamak gibi bir durum çıkar. Piyanoyla bağlamayı yan yana getirip çaldırdığınızda kakafoni çıkacaktır karşınıza. Batı musikisinin armonizasyonuyla Türk musikisinin geliştirilmesi falan bunlar denenebilir. Ama bir politika haline getirilerek bir milletin kültürünü yok etmek çok yazık oluyor. Sen de biliyorsun, biz Batı musikisini de sizlere en yetkili hocalardan öğrettik, öğretiyoruz. Kendimizle ilgili bazı sıkıntılarımızı bir tarafa bırakmanın zamanı geldi ve geçiyor. Hepsini bilelim ama kendimizi en iyi en fazla bilelim...